12- During the Renaissance, especially in the sixteen century, it was customary to debate the pre-eminence of the arts, particularly as between painting and sculpture.
Rönesans döneminde, özellikle onaltıncı yüzyılda, özellikle resim ve heykel arasında olduğu gibi güzel sanatların önemini tartışmak gelenek halini almıştı.
The more commonly accepted opinion is represented by Benvenuto Cellini, who thought that sculpture is eight times as great as any other art based on drawing, because a statue has eight views and they must all be equally good.
Daha yaygın bir şekilde kabul edilen görüş Benvenuto Cellini'nin ileri sürdüğü görüştür. O, heykelin, çizime dayanan diğer bütün sanat dallarından sekiz misli daha önemli olduğunu düşünüyordu. Çünkü bir heykelin sakiz ayrı bakış açısı vardır ve her biri diğerleri kadar güzeldir.
A painting, he said, is nothing better than the image of a tree, man, or other object.
Bir tablo bir ağaç, bir insan ya da başka bir nesne imajından daha iyi bir şey değildir.
In fact, the difference between painting and sculpture is a great as between a shadow and the object casting it.
Aslında, resim ve heykel arasındaki fark, bir nesne ile onun gölgesi arasındaki fark kadar büyüktür.
Leonardo, on the other hand, thought that painting is superior to sculpture because it is more intellectual.
Öte yandan, Leonardo, daha entellektüel olduğu için, resmin heykele göre üstünlüğü olduğunu düşünüyordu.
By this he meant that as a technique it is infinitely more subtle in the effects that it can produce, and infinitely wider in the scope it offers to invention or imagination.
Bununla kastettiği resim, bir teknik olarak, yarattığı etkilerle çok daha ince bir zeka işidir, sunduğu hayal gücü ve yeni buluşlar bakımından daha geniş bir alandır.
Michelangelo, when the question was referred to him, in his wise and direct way said that things which have the same end era themselves the same, and that therefore there could be no difference between painting and sculpture except differences due to better judgement and harder work.
Michelangelo, aynı soru kendisine yöneltildiğinde, doğrudan doğruya ve akıl dolu şu yanıtı vermiştir. 'Sonucu aynı olan şeylerin kendileri de aynıdır. Bu yüzden, daha iyi bir yargı ve daha sıkı bir çalışmanın sonucu ortaya çıkan farkların dışında resim
11) The Mississippi is one of the world's great continental rivers, like the Amazon in South America, the Congo in Africa, or the Volga in Europe.
Mississippi Güney Amerikada Amazon, Afrikada Kongo veya Avrupada Volga gibi dünyanın büyük kıtasal nehirlerinden biridir.
Its waters are gathered from two-thirds of the US and, together with the Missouri, which is its chief western branch, the Mississippi flows some 6. 400 kilometres from its northern sources in the Rocky Mountains to the Gulf of Mexico, which makes it one of the world's longest waterways.
Onun suları ABD'nin üçte ikisinden toplanıp ana batı kolu olan Missouri ile birlikte Rocky Dağlarındaki kuzey kaynaklarından 6400 km öteye Meksika Körfezine dökülür, ve bu durum onu dünyanın en uzun su yollarından biri haline getirir.
The Mississippi has been called the 'father of waters'. Through all its lower course, it wanders along, appearing lazy and harmless.
Mississippi nehirlerin babası olarak adlandırılır. Yavaş akışı boyunca sakin ve zararsız görünerek akmaktadır.
But people who know the river are not deceived by its benign appearance, for they have had many bitter struggles with its floods.
Fakat nehri bile kişiler onun bu sakin görüntüsüne aldanmazlar. Çünkü sel baskınlarına karşı şiddetli mücadeleler etmek zorunda kalmışlardır.
They have had to learn that nothing is to be gained by fighting against the rages of the mighty stream.
İnsanlar azgın akıntının gücüne karşı mücadeleden hiç bir şey kazanamayacaklarını öğrenmek zorundaydılar.
To control it, Americans have had to accept some of the river's own terms and to undertake the patient work of conserving and rebuilding soil, grasslands and forests, far back where the waters begin to gather.
Onu kontrol etmek için Amerikalılar nehrin doğal şartlarından bazılarını kabul etmek ve nehrin sularının toplandığı yere kadar toprağı korumaya ve kırsal alanları ve ormanları yeniden inşa etmek gibi sabır gerektiren bir işe girişmek zorunda kaldılar.
10) 2009 mayıs kpds parça 2
In the last third of the 19th century, new technologies transformed the face of manufacturing in Europe, leading to new levels of economic growth and complex realignments among industry, labour and national governments.
19’ıncı yüzyılın son çeyreğinde, yeni teknolojiler Avrupa’da üretimin çehresini değiştirdi ve ekonomik büyümenin yeni seviyelere gelmesine ve sanayi, işçi sınıfı ve ulusal yönetimler arasında karmaşık değişikliklere neden oldu.
Like Europe’s first industrial revolution, which began in the late 18th century and centred on coal, steam and iron, this “second” industrial revolution relied on innovation in three key areas: steel, electricity, and chemicals.
18’inci yüzyılın sonlarında başlayan ve kömüre, buhara ve demire odaklanan Avrupa’nın birinci sanayi devrimi gibi, bu “ikinci” sanayi devrimi de üç önemli alandaki yeniliklere dayandı: çelik, elektrik ve kimyasal maddeler.
For instance, steel, which was harder, stronger and more malleable than iron, had long been used as a construction material.
Örneğin, demirden daha sert, güçlü ve işlenebilir olan çelik uzun zamandır yapı malzemesi olarak kullanılmaktaydı.
But until the mid-nineteenth century, producing steel cheaply and in large quantities was impossible.
Fakat On dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar çeliğin ucuz ve bol miktarlarda üretimi imkânsızdı
That changed between the 1850s and 1870s, as new and different processes for refining and mass-producing alloy steel revolutionized the metallurgical industry.
Bu durum 1850’ler ve 1870’ler arasında değişti, çünkü çelik alaşımını arıtma ve seri üretimini yapmanın yeni ve farklı süreçleri metalürji endüstrisini kökten değiştirdi.
Although iron did not disappear overnight, it was soon eclipsed by soaring steel production.
Demir bir gecede ortadan kaybolmamasına rağmen, artan çelik üretimi tarafından kısa zamanda gölgede bırakıldı.
So, steel began to be used for various purposes.
Böylece çelik farklı amaçlar için kullanılmaya başlandı.
In Britain, for example, shipbuilders made a quick and profitable switch to steel construction, and thus kept their lead in the industry.
Örneğin, İngiltere’de gemi yapımcıları çelik üretimine hızlı ve karlı bir geçiş yaptılar ve böylece endüstrideki liderliklerini korudular.
Germany and the US, however, dominated the rest of the steel industry.
Ancak, Almanya ve Amerika çelik endüstrisinin geri kalanına hâkim oldular.
By 1901, Germany was producing almost half as much steel as Britain and was able to build a massive national and industrial infrastructure.
1901’e gelindiğinde, Almanya İngiltere’nin ürettiği çeliğin hemen hemen yarısına yakınını üretiyordu ve devasa bir ulusal ve endüstriyel altyapıyı inşa edebilmişti.
9) 2009 mayıs kpds parça 1
The 16th century in England is generally known as the Tudor period, which historically lasted from 1485 to 1603.
Genellikle, İngiltere’de 16.yüzyıl, tarihsel olarak 1485’den 1603’e kadar süren Tudor dönemi olarak bilinir.
Among the famous Tudor sovereigns were Henry VII, Henry VIII, and Elizabeth I.
Önemli Tudor hükümdarları arasında Henry VII, Henry VIII ve Elizabeth I vardı.
In fact, the early years of the Tudor period were marked by significant changes in trade and in the arts of war.
Aslında Tudor döneminin ilk yılları ticaret ve savaş sanatında önemli değişimlerle göze çarptı.
Henry VII made commercial treaties with European countries.
VII. Henry Avrupa ülkeleriyle ticari antlaşmalar yaptı.
Economically, England, which had always been a sheep-raising country, was by now manufacturing and exporting significant amounts of cloth.
Ekonomik olarak daima koyun yetiştiren bir ülke olan İngiltere, artık önemli miktarda kumaş üretip ihraç ediyordu.
As lands were enclosed to permit grazing on a larger scale, people were driven off the land to the cities, and London grew into a metropolitan market with sophisticated commercial institutions.
Topraklar geniş ölçüde hayvan otlatmayı olanaklı kılmak için kapatıldığından, insanlar bu topraklardan şehirlere sürüldü ve Londra gelişmiş ticari kurumlarıyla büyük bir pazara dönüştü.
These changes had an impact on the traditional feudal social order, which also began to decline; also, due to the introduction of cannons and firearms, the feudal system of warfare became obsolete.
Bu değişimler gerilemeye başlayan geleneksel feodal sosyal düzen üzerinde de etkiye sahipti; ayrıca, topların ve ateşli silahların ortaya çıkmasından dolayı, feodal sistemin savaş sanatı da tarihe karıştı.
Yet, it would be a mistake to imagine these changes as sudden and dramatic.
Fakat bu değişikliklerin ani ve dramatik şekilde olduğunu düşünmek yanlış olur.
In fact, it was a slow and long process whereby England was transformed into a modern state.
Aslında, bu İngiltere’nin modern bir devlete dönüştürüldüğü yavaş ve uzun bir süreçti.
|
8) 2010 mayıs kpds parça 1
The heroic myths and epics of a society teach its members the appropriate attitudes, behaviour, and values of that culture.
Bir toplumun kahramanlık efsaneleri ve destanları o toplumun üyelerine o kültürün uygun tutum, davranış ve değerlerini öğretir.
These myths are of particular interest and value to us.
Bu efsaneler bizim için özellikle ilginç ve değerlidirler.
Not only are they exciting adventure stories, but in these myths we see ourselves, drawn larger and grander than we are, yet with our human weaknesses as well as our strengths.
Onlar sadece heyecan verici macera öyküleri değildirler, ayrıca bu efsanelerde olduğumuzdan daha büyük ve muhteşem şekilde çizilmiş kendimizi görürüz, fakat güçlü yanlarımızın yanı sıra insani zayıflıklarımızla beraber.
As for heroes, they are the models of human behaviour for their society.
Kahramanlara gelince, onlar toplumları için, insan davranışlarının modelleridir.
They earn lasting fame by performing great deeds that help their community, and they inspire others to emulate them.
Onlar, toplumlarına yardımcı olan kahramanlıklarda bulunarak sonsuz ün kazanırlar ve onlara gıpta etmeleri için başkalarına ilham verirler.
Heroes are forced by circumstance to make critical choices where they must balance one set of values against competing values.
Kahramanlar şartlara göre önemli seçimler yapmaya zorlanırlar ve bu seçimlerde bir dizi değeri rekabet eden değerlere karşı dengelemeleri gerekir.
They achieve heroic stature in part from their accomplishments and in part because they emerge from their trials as more sensitive and thoughtful human beings.
Onlar bu kahramanca kişiliği kısmen başarılarından kısmen de yaşadıkları deneyimlerinden daha duyarlı ve daha düşünceli insanlar olarak çıktıkları için elde ederler.
Yet heroes are not the same throughout the world.
Fakat, kahramanlar dünyanın her yerinde aynı değildirler.
They come from cultures where individuals may earn fame in a variety of ways.
Onlar bireylerin çeşitli yollarla ün kazanabildikleri kültürlerden gelirler.
This permits them to express their individuality.
Bu da onların kişiliklerini ifade edebilmelerini olanaklı kılar.
However, in spite of their extraordinary abilities, no hero is perfect.
Fakat olağanüstü yeteneklerine rağmen hiçbir kahraman mükemmel değildir.
However, in spite of their extraordinary abilities, no hero is perfect.
Fakat olağanüstü yeteneklerine rağmen hiçbir kahraman mükemmel değildir.
Yet their human weaknesses are often as instructive as their heroic qualities.
Fakat onların insani zaafları genellikle kahramanlık nitelikleri kadar öğreticidir.
Their imperfections allow ordinary people to identify with them and to like them, since everyone has similar psychological needs and conflicts.
Onların kusurlu noktaları sıradan insanların kendilerini onlarla özdeşleştirmesini ve onları sevmesini olanaklı kılar, çünkü herkes benzer psikolojik ihtiyaçlara ve çatışmalara sahiptir.
7) Don't depend to much on anyone in this world, because even your own shadow leaves you when you are in darkness.
Bu dünyada kimseye fazla güvenmeyin, çünkü karanlıkta kaldığınızda kendi gölgeniz bile sizi terk eder.
6) 2004 mayıs kpds parça 1
Behavioural biologist Jane Atkinson and her colleagues have been studying the subtleties of how crows steal food from one another.
Davranış biyoloğu Jane Atkinson ve meslektaşları kargaların birbirlerinden nasıl yiyecek çaldığının inceliklerini araştırmaktadırlar.
Atkinson had been watching the birds at the beach as they fed on fish, clams and other small animals in the intertidal zone.
Atkinson, kıyıdaki kuşları gelgit bölgesindeki balıklarla, deniztaraklarıyla ve diğer küçük hayvanlarla beslenirken izlemekteydi.
She noticed that if a crow had found a particularly large meal that couldn’t be eaten in a single gulp, another crow would often come by and try to steal the food away.
Atkinson, eğer bir karga özellikle tek bir lokmada yiyemeyeceği büyük bir yiyecek bulursa, başka bir karganın gelip onu çalmaya çalışacağını fark etti.
Food theft is fairly common in the bird world, so the crows’ thievery wasn’t unexpected.
Yiyecek hırsızlığı kuşların dünyasında oldukça yaygındır, bu yüzden kargaların yaptığı hırsızlık da beklenmeyen bir şey değildi.
What really intrigued Atkinson was that the birds employed two different tactics to take the food.
Atkinson’un asıl ilgisini çeken şey, kuşların yiyeceği almak için iki farklı taktik uygulaması oldu.
In some instances, the thieving bird would take an aggressive approach - typically involving some chasing or physical contact, such as pecking.
Bazı durumlarda, hırsızlık yapan kuş gagalama gibi fiziksel temasın olduğu veya kovalamayı içeren saldırgan bir yaklaşım izliyordu.
In other exchanges, however, the thief would use a more passive method: merely approaching the other bird secretively and stealing the food without any commotion at all.
Ancak, diğer durumlarda daha pasif bir yöntem kullanıyordu: sadece gizli bir şekilde diğer kuşa yaklaşmak ve hiçbir kargaşa yaratmadan yiyeceği çalmak.
What the team wanted to know was: how did these tactics fit into the group foraging practices of the crows?
Araştırma ekibinin bilmek istediği şey şuydu: Bu taktikler kargaların grup olarak yiyecek arama alışkanlıklarıyla nasıl bağdaştırılabiliyordu?
5) 2011 mart üds sosyal bilimler parça 1
Nowadays, we all like to think we have got past the racist nonsense of previous centuries, when even the most eminent scientists, white ones, of course, declared white people to be the pinnacle of human progress and other races to be inferior.
En saygın bilim adamları, elbette beyaz olanlar, beyaz ırkın insan ilerleyişinin tepe noktası olduğunu ve diğer ırkların daha değersiz olduğunu söylediğinde hepimiz günümüzde eski çağların ırkçı saçmalıklarını aldığımızı düşünmek isteriz.
We now accept that no race is superior to another.
Biz bugün hiçbir ırkın diğerine üstünlüğü olmadığını kabul ediyoruz.
There is no question that most societies have made enormous progress in eliminating such overt racial prejudice.
Birçok toplumun bu türlü meydanda olan ırksal önyargının üstesinden gelmek anlamında inanılmaz aşama kaydettiği konusunda herhangi bir soru işareti yoktur.
But an unsettling study published by researchers in the United States suggests that there is still a long way to go.
Ancak Amerika Birleşik Devletleri’ndeki araştırmacılar tarafından yayınlanan rahatsız edici bir araştırma henüz kat edilecek çok mesafe olduğunu ortaya koymuştur.
Even today, the study finds, Americans of various races still unconsciously dehumanize their black fellow citizens by subtly associating them with apes.
Çalışmada bugün hala farklı ırklardan Amerikalıların bilinçli olmaksızın siyahi vatandaşları canavarlaştırdığını göstermiştir.
In an experiment in which students were subliminally flashed a photo of either an African- American or a European-American face, and then shown a blurry picture of an ape, those shown the black face were quicker to recognize the ape.
Öğrencilere bilinç konusunda ilk olarak Siyahi-Amerikalı veya Avrupalı-Amerikalıların resimleri gösterilmiş ve peşinden de net olmayan bir maymun resmi gösterilmiştir, Siyahi yüzlerin gösterildiği kişiler maymunları daha çabuk fark etmişlerdir.
More troubling still, this association is not just confined to psychologists' tests: It also appears to bias people's judgements about whether specific instances of police violence are justified.
Halen çok problem yaratan bu benzerlik yalnızca psikolojik testlere bağlı değildir: polis vahşeti olayları konusunda insanların kanılarıyla ilgili önyargılı olduğu da görülmektedir.
4) 2011 mayıs kpds parça 5
Women seem to be particularly vulnerable to depression during their reproductive years: Rates of the disorder are highest in females between the ages of 25 and 45.
Kadınlar özellikle doğurgan çağlarında depresyona daha yatkınlardır: bu durumla ilgili oranlar 25-45 yaş arası kadınlar arasında en yüksek seviyededir.
New data indicate that the incidence of depression in females rises after giving birth.
Yeni veriler, kadınlarda doğum sonrası depresyon oranının arttığını ortaya koymaktadır.
In 2007 Patricia Dietz reported that 10.4% of 4,398 mothers had been depressed in the nine months following childbirth compared with 8.7% in the nine months before pregnancy and 6.9% during pregnancy.
2007 yılında Patricia Dietz 4398 annenin %10.4’ünün doğumu takiben dokuz ay süreyle depresyonda olduğunu ortaya koymuştur; bu oran hamilelikten dokuz ay önce % 8.7 ve hamilelik esnasında ise % 6.9’dur.
More than half of the women with post natal depression had also been depressed during or before pregnancy suggesting that a previous occurrence of depression may be the biggest risk factor for acquiring the illness postpartum depression.
Doğum sonrası depresyonda olan kadınların yarısından fazlasının hamilelik esnasında veya öncesinde depresyonda olması postpartum depresyon hastalığına yakalanmada depresyonun daha önce meydana gelmiş olmasının en önemli risk faktörü olabileceğini göstermektedir.
But the hormonal changes that occur in a new mother’s body are also thought to contribute to postpartum depression.
Ancak, yeni anne olmuş kadının vücudunda meydana gelen hormonal değişikliklerin de postpartum depresyona sebep olduğu düşünülmektedir.
During pregnancy, a woman experiences a surge in blood levels of oestrogen and progesterone.
Hamilelik esnasında kadın, kanındaki östrojen ve progesteron seviyelerinde ani yükselmeler yaşar.
Then, in the first 48 hours after childbirth, the amount of these two hormones falls suddenly, almost back to normal levels.
Çocuk doğduktan 48 saat sonra ise bu iki hormon seviyesi hızla düşer ve normale yakın seviyelere gelir.
This chemical instability could contribute to depression.
Bu kimyasal dengesizlik depresyona sebep oluyor olabilir.
Of course, hormonal flux does not fully explain postpartum depression.
Tabii ki hormonal akış, postpartum depresyonunu tam olarak açıklamaz.
After all, this biochemical fluctuation occurs in all new mothers and yet only a relatively small proportion of them become depressed.
Nihayetinde bu biyokimyasal dalgalanma tüm yeni anne olan kadınlarda meydana gelir, fakat yalnızca bu kadınların küçük bir kısmı depresyona girer.
3) 2011 mayıs kpds parça 3
In 1993, Frances Rauscher and her team published a scientific paper that changed the world.
1993 yılında Frances Rauscher ve ekibi dünyayı değiştiren bilimsel bir makale yayınladılar.
She had taken a number of students and randomly divided them into three groups.
Frances öğrencileri aldı ve bunları rastgele üç gruba böldü.
One group listened to Mozart’s Sonata for Two Peanos in D Major, the second group heard a standard relaxation tape, and the third sat in silence.
Bir grup Mozart’ın Sonata for Two Peanos in D Major adlı parçasını dinledi, ikinci grup standard rahatlatıcı bir müzik dinledi, üçüncü grup ise sessizce oturdu.
Everyone then completed a standard test of spatial intelligence.
Daha sonra herkes standart uzamsal zeka testi çözdü.
Those who had listened to Mozart scored far higher than those in the other two groups.
Mozart dinleyen gruptaki öğrenciler diğer iki gruptan çok daha yüksek başarı elde ettiler.
Journalists reported the findings, with some exaggerating the results, declaring just a few minutes of Mozart led to a substantial, long-term increase in intelligence.
Gazeteciler sonuçları, bazıları abartarak, rapor etti ve sadece birkaç dakika Mozart dinlemenin zekada önemli derecede ve uzun vadeli yükselmeye yol açtığını bildirdiler.
The idea spread, some reporting that even babies became brighter after listening to Mozart.
Fikir yayıldı ve bazıları bebeklerin bile Mozart dinledikten sonra daha zeki hale geldiğini bildirdi.
But when other scientists tried to replicate Rauscher’s results, they concluded that the effect, if it existed, was much smaller than was first thought.
Ancak diğer bilim adamları Rauscher’in sonuçlarını kopyalamaya çalıştıklarında, etkinin, eğer varsa, ilk başta düşünülenden çok daha az olduğu sonucuna vardılar.
For instance, Glenn Schellenberg had children learn keyboard skills, have voice training, take drama classes or, as a control, do nothing.
Örneğin Glenn Schellenberg çocuklara org çalmayı öğretti, ses eğitimi verdi, tiyatro dersleri aldırttı ve kontrol grubu olarak da hiçbir aktivitede bulunmayan bir grup oluşturdu.
Clear IQ improvements were observed in children who were taught keyboard skills or given voice lessons, whereas those given drama lessons were no different from the control group.
Org çalmayı öğrenen ve ses eğitimi alan çocuklarda açık biçimde IQ yükselmesi gözlemlendi, ancak tiyatro dersi alanlarda sonuç kontrol grubundan farklı değildi.
It seems that the focused attention and memorization required in certain tasks, not just listening to Mozart, helps children’s self- discipline and thinking.
Görünüyor ki yalnızca Mozart dinlemek değil, dikkat yoğunluğu ve ezberleme gerektiren bir takım işler de çocukların kendi kendini disiplin etmesine ve düşünmelerine yardımcı olmaktadır.
2) 2011 mayıs kpds parça 2
Not long after the Euro came into being in January 1999, Germany was
mocked as being the sick man of Europe, its economic fortunes in sharp
contrast to the fast-growing countries at the geographical borders of
the new currency zone.
Ocak 1999 tarihinde Euro’nun tedavüle girmesinin üzerinden fazla bir
süre geçmeden, ekonomik zenginliği yeni para birimi bölgesinin coğrafi
sınırları içerisindeki hızla gelişen ülkelerin tam tersi yönde olan
Almanya ile, Avrupa’nın hasta adamı diye dalga geçilmişti.
More than a decade on, however, the tables have turned.
Ancak, on yıldan daha fazla bir süre sonra tablo tam tersine döndü.
Even as the peripheral economies of Spain, Greece and Ireland continue to
struggle, 2012 will be the year in which Germany puts a firm stamp on
the Euro zone.
This will be felt in three related spheres: in Germany’s new-found economic strength, in its preference for, and insistence on greater honesty in public finances and in its growing influence on the European Central Bank.
Europe’s economy is set to slow in 2012 as governments address their increasing budget deficits.
Germany will enjoy faster gross domestic product growth than the average in the richer parts of the currency zone (whose membership keeps on increasing).
Germany is less burdened by household debt and has a smaller budget deficit than almost all its peers – and so has less need to raise taxes or curb public spending.
The country is also better placed to benefit from the boom in emerging markets.
Ülke aynı zamanda ortaya çıkan piyasalardaki patlamalardan faydalanmak için daha iyi bir yerdedir.
İspanya, Yunanistan ve İrlanda gibi çevre ekonomiler bile güçlüklerle
boğuşmaya devam ederken, 2012 yılı Almanya’nın Euro bölgesine damgasını
vuracağı yıl olacaktır.
This will be felt in three related spheres: in Germany’s new-found economic strength, in its preference for, and insistence on greater honesty in public finances and in its growing influence on the European Central Bank.
Bu durum üç ilgili alanda hissedilecektir; Almanya’nın yeni kurulmuş
ekonomik gücünde, daha dürüst kamu finansmanı konusundaki tercihi ve
ısrarında ve Avrupa Merkez Bankası üzerindeki artan etkisinde.
Europe’s economy is set to slow in 2012 as governments address their increasing budget deficits.
Devletlerin artan bütçe açıklarıyla uğraşmaları sebebiyle Avrupa ekonomisi 2012 yılında yavaşlayacaktır.
Germany will enjoy faster gross domestic product growth than the average in the richer parts of the currency zone (whose membership keeps on increasing).
Almanya (üyelikleri giderek artan) para birimi bölgesinin daha zengin
kısımlarındaki ortalamadan daha yüksek bir gayri safi yurtiçi hâsıla
sahibi olacaktır.
Germany is less burdened by household debt and has a smaller budget deficit than almost all its peers – and so has less need to raise taxes or curb public spending.
Hemen hemen tüm diğer ülkelere göre Almanya daha az hane halkı borcu ve
bütçe açığına sahiptir – ve bu sebeple vergileri yükseltmesine veya kamu
harcamalarını kısmasına daha az ihtiyaç vardır.
The country is also better placed to benefit from the boom in emerging markets.
Ülke aynı zamanda ortaya çıkan piyasalardaki patlamalardan faydalanmak için daha iyi bir yerdedir.
1) 2011 mayıs kpds parça 1
An Australian historian proposed that the key to understanding Australia was “the tyranny of distance”.
Avustralyalı bir tarihçi, Avustralya’yı anlamanın temelinin “mesafenin zulmü” olduğunu söylemiştir. |
Australians were far removed from their British ancestors, far from the centres of power in Europe and North America and far from each other – with the major cities separated by distances of some 800 km.
Avustralyalılar İngiliz atalarından, Avrupa ve Kuzey Amerika’da bulunan güç odaklarından ve birbirlerinden- büyük şehirlerin birbirlerinden 800 km uzakta olmasıyla, mesafe olarak oldukça uzaktadır.
Time, however, has broken down that sense of distance.
Ancak zaman bu mesafe anlayışını kırmıştır.
Australians today do not see London or New York as the centre of the world.
Bugün Avustralyalılar dünyanın merkezi olarak Londra’yı veya New York’u görmemektedirler.
The proximity to Asian economies like China is an economic strength.
Çin gibi büyük Asya ekonomilerine olan yakınlık ekonomik bir güçtür.
Transportation and communications links have taken away the sense of remoteness felt by past generations.
Ulaşım ve iletişim ağları geçmiş jenerasyonlar tarafından hissedilen uzaklık hissini ortadan kaldırmıştır.
|
However, the technology that truly promises to end the tyranny of distance is high-speed broadband, whose benefits we are still only beginning to understand though it has already been a decade since the frenzied dotcom era.
Ancak uzun mesafenin zulmünü gerçekten ortadan kaldırmayı gerçekten vaat eden teknoloji, çılgın.com çağından sonra yalnızca on yıl geçmiş olmasına rağmen bizim faydalarını yeni yeni anlamaya başladığımız yüksek hızlı geniş banttır.
That is why the Australian government is rolling out the world’s most ambitious broadband project – a national network that will bring fibre to homes in more than 1,000 cities and towns covering 93% of residences.
Avustralya hükümeti bu sebeple 1000’den fazla şehirde rezidansların %93’ünü kapsayacak şekilde evlere fiber kablo getiren ulusal ağı döşeyerek dünyanın en aiddialı geniş bant projesini hayata geçirmektedir.
Next generation wireless and satellite technologies will cover the other 7%.
Yeni nesil kablosuz ve uydu teknolojileri ise geri kalan %7’lik kısmı kapsayacaktır.
The network will operate at lightning speeds and involve an estimated investment of $40 billion through an independent state-owned enterprise in partnership with the private sector.
|
bir paragraf daha vardı kadınların depresyon geçirmesi ile ilgili olan, onun da çevirisini yapar mısınız lütfen.
YanıtlaSilİstediğiniz çeviri eklenmiştir...
YanıtlaSil