12 Ağustos 2012 Pazar

kelime (101-200)

Resimlerin büyümesi için üzerine tıklayınız.



200) mention

anlamı     : bahsetmek

-Did she mention where she was going? (O nereye gittiğinden bahsetti mi?)




199) accent

anlamı     : aksan, şive

-She spoke English with an accent. (O bir aksan ile İngilizce konuştu.)





198) absence

anlamı     : yokluk

-The decision was made in my absence. / Karar benim yokluğumda alındı.





197) abrogate

anlamı     : feshetmek, yürürlükten kaldırmak








196) prejudiced

anlamı     : önyargılı



195) it is a pity

anlamı     : yazık


194) intimacy

anlamı     : yakınlık, samimiyet
cümlede : -establish intimacy (yakınlık kurmak)  -sexual intimacy (cinsel yakınlık)



193) quantity

anlamı     : nicelik, miktar
cümlede : -We consumed vast quantity of food and drink that night. (O gece bol miktarda yiyecek ve içecek tükettik.) -definite quantity (kesin miktar)



192) administration

anlamı     : yönetim, idare
cümlede : -administration building (idare binası)  -business administration (iş yönetimi)



191) employee

anlamı     : çalışan, eleman
cümlede : -company employee (şirket elemanı) -employee health promotion (işçi sağlık desteği)


190) addict

anlamı     : bağımlılık yapmak, bağımlısı olmak, tiryaki, bağımlı
cümlede : -alcohol addict (alkol bağımlısı) -coffee addict (kahve bağımlısı)



189) revenue

anlamı     : gelir, hasılat
cümlede : -earn advertisement revenue (reklam geliri elde etmek) -revenue growth (gelir artışı)




188) invoice

anlamı     : fatura
cümlede : - invoice date (fatura tarihi) -invoice amount (fatura miktarı) -fake invoice (naylon fatura)


187) expand

anlamı     : genişlemek, genişletmek
cümlede : - expand business (işi büyütmek)  - expand the capacity (kapasiteyi artırmak)


186) retail

anlamı     : perakende
cümlede : - retail price (perakende fiyatı) - retail shop (perakande satış dükkanı)



185) fund

anlamı     : fon, kaynak, sermaye
cümlede : - sickness fund (hastalık fonu) -european social fund (avrupa sosyal fonu)


184) vitality

anlamı     : dirilik, canlılık
cümlede : - the vitality of an institution (bir kurumun canlılığı), the economic vitality (ekonomik canlılık)



183) estate

anlamı     : arazi, arsa
cümlede : - agricultural estate (tarım arazisi), estate agency (emlak ofisi)


182) fumes

anlamı     : buhar, duman, gaz
cümlede : - factory fumes (fabrika dumanı) - exhaust fumes (egzos dumanı)



181) tiring

anlamı     : yorucu
cümlede : - Today was so boring. (Bugün çok yorucuydu.) -a little tiring (biraz yorucu)




180) purchase

anlamı     : satın almak, satın alma
cümlede : - purchase share (hisse satın almak) - purchase request (satın alma talebi)




179) consume

anlamı     : tüketmek
cümlede : - consume alcohol (alkol tüketmek) -consume consciously (bilinçli tüketmek)




178) hospitality

anlamı     : misafirperverlik, konukseverlik
cümlede : - thank you for the hospitality (konukseverliğin için teşekkürler) - turkish hospitality (türk misafirperverliği)




177) sacred

anlamı     : kutsal
cümlede : - sacred books (kutsal kitaplar) - sacred war (kutsal savaş) - sacred values (kutsal değerler)






     176) better half

     anlamı     : eş, hayat arkadaşı




175) reply

anlamı     : yanıt, yanıtlamak
cümlede : - give an evasive reply (kaçamak cevap vermek) - quick reply (acele cevap) 
-Don't reply when you're angry. (Kızgınken cevap vermeyin)




174) sake

anlamı     : hatır
cümlede : - for my sake (hatrım için) - for old time's sake (eski zamanların hatrı için)





173) emigrate

anlamı     : (başka bir ülkeye) göç etmek
cümlede : - The seventeenth century is probably the first in English history in which more people emigrated than immigrated. (Onyedinci yüzyıl, muhtemelen, İngiliz tarihinde, İngiltere'yi terk eden kişilerin sayısının İngiltere'ye gelen kişilerin sayısından daha fazla olduğu olduğu ilk yüzyıldır.)





172) gigantic

anlamı     : devasa, çok büyük
cümlede : -The cost has been gigantic. (Maliyet çok fazla) -gigantic statue (devasa heykel)

171) dedicate

anlamı     : adamak
cümlede : -She has dedicated his life to scientific research. (Hayatını bilimsel araştırmaya adadı.) Not: dedication : adama, ithaf





170) cautious

anlamı     : tedbirli, ihtiyatlı
cümlede : -She's a cautious driver. (Tedbirli bir sürücüdür.)

169) reinforce

anlamı     : güçlendirmek, takviye yapmak, desteklemek, sağlamlaştırmak
cümlede : -reinforce the team (takıma takviye yapmak) -Her behaviour merely reinforced my dislike of her. (Onun davranışı sadece benim ona karşı olan nefretimi artırdı.)


168) peril

anlamı     : tehlike, risk, teklikeye atmak
cümlede : - However, too much excitement invites peril. (Fakat aşırı heyecan riski de beraberinde getirir.)  - be in peril (tehlikede bulunmak)



167) efficiently

anlamı     : etkili biçimde, verimli şekilde
cümlede : - work efficiently (verimli çalışmak) -American schools need more time if they are to teach efficiently. (Amerikan okullarının, eğer verimli eğitim yapmaları isteniyorsa, daha çok zamana gereksinimleri vardır.) kpds'de çok çıkan bir kelime





166) judiciary

anlamı     : yargı
cümlede : -independence of judiciary (yargı bağımsızlığı) bizim ülkemizde bu yok  -judiciary power (yargı gücü)





165) artificial

anlamı     : suni, yapay
cümlede : - artificial food (yapay gıda), artificial intelligence (yapay zeka)




164) abate
anlamı     : azalmak, dinmek
cümlede : -The storm abated. (Fırtına dindi.) - abate pollution (kirliliği azaltmak) -Nothing can abate her energy. (Hiçbir şey onun enerjisini azaltamaz.)


163) fortress
anlamı     : kale, hisar
cümlede : - Rumeli Fortress (Rumeli Hisarı) -The famous Tower of London was built as a fortress by William the Conqueror. (Ünlü Londra Kulesi Fatih William tarafından bir kale olarak yapılmıştı.)


162) revenge

anlamı     : intikam almak, intikam
cümlede : - look for revenge (intikam aramak), time for revenge (intikam zamanı)




161) rapid

anlamı     : hızlı, çabuk
cümlede : - rapid population growth (hızlı nüfus artışı), rapid change (hızlı değişim)



160) elegant

anlamı     : zarif, şık
cümlede : - elegant design (şık tasarım)  - Her novels are skillfully constructed, and her style is smooth and elegant. (Onun romanları ustaca yazılmış, tarzı yumuşak ve zariftir.)



159) dramatically

anlamı     : önemli oranda, önemli ölçüde
cümlede : - Fossil analysis improved dramatically in the 1960s, with the advent and refinement of two echniques: radiometric dating and stratigraphy. (1960'larda iki tekniğin bulunması ve gelişmesi ile fosil analizi önemli oranda iyileşti: radyometrik tarihleme ve katman bilgisi.)



158) soil

anlamı     : toprak
cümlede : -Having just suffered the deadliest attack ever on the US soil, a great majority of the people believed another attack was imminent. (Amerikan topraklarında ilk defa olan bu ölümcül saldırıyı yaşadıktan sonra toplumun büyük bir kesimi bir başka saldırı olasılığına inandı.)

157) slavery

anlamı     : kölelik
cümlede : - slavery and slaves in literature (edebiyatta kölelik ve köleler)  -Like nearly all the peoples of the ancient world, the Romans took slavery for granted. (Antik Dünyanın tüm halkları gibi Romalılar da benzer şekilde köleliği bir hak olarak gördüler.)




156) scent

anlamı     : koku
cümlede : - scent of flower (çiçek kokusu), scent bottle (parfüm şişesi)




155) distribution

anlamı     : dağıtım
cümlede : - Wool was an important local product and its collection and distribution formed part of the city's economy. (Yün önemli bir yerel üründü ve yünün toplanması ve dağıtımının yapılması şehrin ekonomisine katkıda bulunmuştur.)



154) external

anlamı     : dış
cümlede : - external debts (dış borçlar), external dependence (dışarıya bağımlılık)




153) monetary

anlamı     : parasal, para ile ilgili, para
cümlede : - European monetary system (Avrupa para birimi), international monetary fund (uluslararası para fonu IMF)





152) era

anlamı     : dönem, devir
cümlede : - catch the era (çağı yakalamak), open an era (devir açmak)



151) export

anlamı     : ihracat, ihraç etmek
cümlede : - imaginary export (hayali ihracat), export firm (ihracat firması)


150) pros and cons
anlamı     : artılar ve eksiler, lehte ve aleyhte olanlar
cümlede : - We're just weighing up the pros and cons of moving to a  bigger home. (Daha büyük bir eve taşınmanın artı ve eksilerini değerlendiriyoruz.)



149) credibility

anlamı     : inanılırlık, güvenilirlik
cümlede : - destroy one's credibility (güvenilirliğini sarsmak), gain credibility (güvenilirlik kazanmak)




148) excessive

anlamı     : aşırı, fazla
cümlede : -  excessive speed (aşırı hız), excessive wastage (aşırı israf), excessive protection (aşırı koruma)


147) remoteness

anlamı     : uzaklık
cümlede : -  Transportation and communications links have taken away the sense of remoteness felt by past generations. (Ulaşım ve iletişim ağları geçmiş jenerasyonlar tarafından hissedilen uzaklık hissini ortadan kaldırmıştır.)




146) race

anlamı     : ırk
cümlede : -  We now accept that no race is superior to another. (Biz bugün hiçbir ırkın diğerine üstünlüğü olmadığını kabul ediyoruz.) - black race (siyah ırk)

145) revolution

anlamı     : devrim
cümlede : -  Like Europe’s first industrial revolution, which began in the late 18th century and centred on coal, steam and iron, this “second” industrial revolution relied on innovation in three key areas: steel, electricity, and chemicals. (18’inci yüzyılın sonlarında başlayan ve kömüre, buhara ve demire odaklanan Avrupa’nın birinci sanayi devrimi gibi, bu “ikinci” sanayi devrimi de üç önemli alandaki yeniliklere dayandı: çelik, elektrik ve kimyasal maddeler.)


144) decade

anlamı     : on yıl
cümlede : - More than a decade on, however, the tables have turned. (Ancak, on yıldan daha fazla bir süre sonra tablo tam tersine döndü.) - half a decade (beş yıl) - in the last decade (son on yıl içinde)




143) proximity 

anlamı     : yakınlık
cümlede : - The proximity to Asian economies like China is an economic strength. (Çin gibi büyük Asya ekonomilerine olan yakınlık ekonomik bir güçtür.)


142) forbid

anlamı     : yasaklamak
cümlede : - The law forbids the sale of cigarettes to people under the age of 16. (Yasa 16 yaşın altındaki çocuklara sigara satışını yasaklamaktadır.)

141) rush

anlamı     : acele etmek, acele, telaş
cümlede : - moving rush (taşınma telaşı)  - rush hour (trafiğin en yoğun olduğu zaman)




140) sole

anlamı     : tek, bir tane
cümlede : -The sole survivor of the accident was found in the water after six hours. (Kazadan sonra hayatta kalan tek kişi 6 saat sonra suyun içinde bulundu.)
-sole responsible (yegane sorumlu)



139) fatal

anlamı     : ölümcül
cümlede : -Driving fast can lead fatal accidents. (Hızlı araba kullanmak ölümcül kazalara sebep olabilir.) - fatal explosion (ölümcül patlama)



 138) patience

anlamı     : sabır
cümlede : -She treated her students with great patience. (Öğrencilerine büyük bir sabır ile davrandı.)



137) cheer

anlamı     : neşe, neşelendirmek, alkış, alkışlamak, tezahürat
cümlede : - cheer somebody up (neşelendirmek)
-cheer leader (amigo kızı)






136) pretend

anlamı     : yapar gibi görünmek, varsaymak, yapar gibi görünmek, -miş gibi yapmak, rol yapmak
cümlede : - She looked like she was enjoying the party but she was just pretending.  (Partiden hoşlanıyor gibi görünüyordu fakat sadece rol yapıyordu.)


135) rob

anlamı     : soymak
cümlede : - Someone tried to rob me. (Biri beni soymaya çalıştı.)




134) miserable

anlamı     : acınası, perişan, sefil, mutsuz
cümlede : - make one's life miserable (hayatını zehir etmek)



 133) tiresome

anlamı     : yorucu, bıktırıcı, bezdirici
cümlede : -Your story has become tiresome. (Hikayen yorucu olmaya başladı.)
-tiresome talk (vır vır)


132) forecast

anlamı     : tahmin, tahmin etmek, hava tahmini
cümlede : - make a forecast of the weather (hava tahmini yapmak) -financial forecast (mali tahmin) 


131) treaty

anlamı     : antlaşma
cümlede : -Henry VII made commercial treaties with European countries. (VII. Henry Avrupa ülkeleriyle ticari antlaşmalar yaptı.)
-non-proliferation treaty (silahsızlanma antlaşması)


130) manufacture

anlamı     : üretmek, imal etmek
cümlede : -He works for a company that manufactures car parts. (Araba parçaları üreten bir firmada çalışıyor.)
-date of manufacture (imalat tarihi)



129) curiosity

anlamı     : merak, ilgi
cümlede : - I'm burning with curiosity- you must tell me who's won. (Meraktan ölüyorum. Kimin kazandığını söylemelisin.)


128) esteemed

anlamı     : saygın, saygıdeğer
cümlede : - She is one of the highly esteemed managers of our firm. (O, firmamızın oldukça saygın müdürlerinden biridir.)
-deer esteemed members (kıymetli üyeler)



127) loyalty
anlamı     : sadakat, bağlılık
cümlede : -We never had any doubt about her loyalty. (Asla onun sadakatinden şüphemiz olmadı.)
-I'm very impressed by your loyalty to your word. (Sözünüze sadakatinizden çok etkilendim.)



126) genocide

anlamı     : katliam, soykırım

cümlede : -We should all pray for the victims of genocide. (Soykırım kurbanları için hepimiz dua etmeliyiz.)
- so-called armenian genocide (sözde ermeni soykırımı)

125) magnificent

anlamı     : büyüleyici, görkemli, ihtişamlı

cümlede : - They live in a magnificent Tudor house. (Büyüleyici bir Tudor evinde yaşıyorlar.)

-a magnificent view (görkemli görüntü)


124) determined

anlamı     : azimli, kararlı

cümlede : - She is determined to be a good mother to that poor orphan. (O zavallı öksüze iyi bir anne olmaya kararlıydı.)



123) abundance

anlamı     : bolluk, bereket

cümlede : - Fruit and vegatables grew in abundance on the island. (Meyve ve sebzeler adada bolca yetişirdi.)



122) heritage

anlamı     : miras

cümlede : - These scripts are a vital part of the cultural heritage of South America. (Bu yazıtlar Güney Amerika'nın kültürel mirasının önemli bir parçasıdır.)

121) flatter

anlamı     : övmek, pohpohlamak, dalkavukluk etmek

cümlede : - I knew she was only flattering me because she would want something from me. (Sadece benden bir şey isteyeceği için pohpohladığını biliyordum.)

-I don’t approve of the press flattering the government. (Basının hükümeti övmesini onaylamıyorum.)



120) invade

anlamı     : istila etmek

cümlede : - All the villages were invaded during the war. (Savaş sırasında tüm köyler istila edildi.)

119) abandon

anlamı     : terketmek, vazgeçmek

cümlede : - abandon the plan (planı terketmek)
-We had to abandon our house because of the earthquake. (Deprem yüzünden evlerimizi terketmek zorunda kaldık.)



118) sedentary

anlamı     : yerleşik, hareketsiz, yerleşmiş, oturan

cümlede : - sedentary society (yerleşik toplum)
-My doctor says I should start playing sport because my lifestyle is too sedentary. (Doktorum spora başlamamı söylüyor çünkü hayatım çok hareketsiz.)



 117) arrogant

anlamı     : kendini beğenmiş, kibirli, küstah

cümlede : - She is both very arrogant and very rude. (Hem çok küstah hem de çok kaba)



116) pray

anlamı     :  dua etmek

cümlede : eat, pray, love  (ye, dua et, sev)





115) suicide

anlamı     :  intihar

cümlede : attempt suicide (intihar teşebbüsünde bulunmak), suicide attack (intihar saldırısı), suicide attempted (intihar girişimi), suicide bomber (intihar bombacısı)




114) colleague

anlamı     :  iş arkadaşı, meslektaş

cümlede : A colleague of mine will speak at the conference. (Benim bir meslektaşım konferansta konuşacak.)



113) precaution

anlamı     :  önlem, tedbir

cümlede  : -take timely precaution (zamanında önlem almak)
- Every home owner should take precautions against fire. (Her ev sahibi yangına karşı önlem almalıdır.)




112) sacrifice

anlamı     :  feda etmek, feda

cümlede  : -make a sacrifice (fedekarlık yapmak) - avoid self-sacrifice (özveriden kaçınmak) - sacrifice the prisoner to the gods (esiri tanrılara kurban etmek)
-The war requires everyone to make sacrifices. (Savaş herkesin fedakarlık yapmasını gerektirir.)



112) conflict

anlamı     :  anlaşmazlığa düşmek, çekişmek, çatışma, zıtlaşma

cümlede  : -a conflict between two gangs. (iki çete arasındaki çatışma)
-Everyone in my family tries to avoid conflict. (Ailemdeki herkes çatışmaktan kaçınmaya çalışır.)



111) hesitate

anlamı     :  duraksamak, tereddüt etmek

cümlede  : -She hesitated and waited for her friend to say something. (Duraksadı ve arkadaşına bir şey söylemek için bekledi.)
-He hesitated about accepting the job. (İşi kabul etme konusunda tereddüt etti.)



110) blackmail

anlamı     :  tehdit, şantaj

cümlede  : -She blackmailed him for years by threatening to tell the newspapers about their affair. (İlişkileri hakkında gazetelere söyleme tehdidiyle yıllarca ona şantaj yaptı.)
-We can't let them practise this emotional blackmail on us. (Bizim üzerimizde bu duygu sömürüsünü yapmalarına izin veremeyiz.)



109) withstand

anlamı     :  karşı koymak, direnmek, dayanmak

cümlede  : -The materials used to be able to withstand high temperatures. (Kullanılan materyaller yüksek sıcaklığa dayanmak zorunda.)
-They had withstood siege, hunger and deprivation. (Kuşatmaya, açlığa ve mahrumiyete karşı koydular.)



108) rival

anlamı     :  rakip, rekabet etmek

cümlede  : -The two teams have always been rivals. (İki takım daima rakiptir.)
-This latest design has no rivals. (Bu son tasarımın rakibi yok.)



107) exile

anlamı     :  sürmek, sürgüne göndermek, sürgün

cümlede  : -Some of the leaders were arrested and exiled to France. (Liderlerin bazıları tutuklandı ve Fransa'ya sürüldü.




106) eradicate

anlamı     :  yok etmek, kökünü kurutmak

cümlede  : -A worker is spraying pesticides in order to eradicate insects and other pests.
(Bir işçi böcekleri ve diğer haşeratları yok etmek için kimyasal ilaç/böcek ilacı sıkıyor.)
-We can eradicate this disease from the world. (Bu hastalığı dünyadan yok edebiliriz.)



105) bargain

anlamı     :  pazarlık, pazarlık etmek, anlaşmak

cümlede  : -There are no bargains in the clothes shops at the moment. (Şu anda giyim mağazalarında hiç pazarlık yok.)
-He and his friend had made a bargain to tell each other everything. (O ve arkadaşı birbirlerine her şeyi söyleyeceklerine anlaştılar.)



104) prohibit

anlamı     :  yasaklamak

cümlede  : -Smoking is strictly prohibited inside the factory. (Sigara içmek fabrika içinde katı bir şekilde yasaklanır.)


103) underestimate

anlamı     :  küçümsemek, hafife almak

cümlede  : -The influence of the media should never be underestimated. (Medyanın etkisi asla hafife alınmamalı.)
-Never underestimate your opponent. (Rakiplerini asla küçümseme.)


102) fundamental

anlamı     : asli, esas, temel, temel ilke

cümlede  : -There's a fundamental differences between these two political parties. (Bu iki siyasi parti arasında temel farklılıklar var.)



101) emerge

anlamı     : belirmek, çıkmak, doğmak, ortaya çıkmak

cümlede  : -The cat emerged from its hiding place behind the couch. (Kedi kanepenin arkasında saklandığı yerden ortaya çıktı.)
-The facts emerged after a lengty investigation. (Gerçekler uzun bir araştırmadan sonra ortaya çıktı.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder